Yaklaşık 300 yıldır kapitalist sömürünün birebir öznesi haline gelen doğa, insanın bitmek bilmeyen enerji açlığının mağduru olarak küresel alarm veriyor. Kapitalizm bir yandan insanı doğadan ayrıştırarak her birini daha ‘verimli’ sömürmeyi başarmışken bir yandan da sömürüsünü daha uzun erimli sürdürebilmek için ‘çevreci’ yöntemler geliştirmeye çabalıyor. Tüm bunların karşısında yaşam için direnenlerin sesi, doğanın katline ferman yazan sürdürülebilir kalkınmacıların karşısında yükselmekte ısrar ediyor. Dünyada kömür ve petrole dayalı fosil yakıt tüketiminin karşısına ‘yenilenebilir ve sürdürülebilir’’ olduğu iddia edilen enerji üretim yöntemlerinin sunulması öyle çok da eskilere dayanmamakta. Uzun zamandır hiç olmadığı kadar fazla kulaklarımıza çalınan bu ‘yenilenebilir enerji’ yöntemi, aslında gündemi fazlasıyla meşgul etmiş Kyoto Protokolü ile ayyuka çıkmıştır. Şirketlerin, devletlerin ve onların sözcüsü çevreci STK’ların, bugün ekosistemin gördüğü zararı telafi edebilmek adına fosil yakıt ve kömür tüketimine karşı sunduğu ‘temiz’ enerji yöntemlerinin, -yani bir alternatif olarak yenilenebilir enerjinin- mevcut üretim ve tüketim sistemini karşılaması için göstermesi gereken randıman, ancak yaşamları kökten yok ederek mümkün olabilecektir….